Direnen Tekel işçileri...
Tekel işçilerinin Ankara'daki direniş eylemi ilk başladığında ben Alanya'daydım. Orada bir sergi açılışı ve sunumum vardı. Konuşma yaparken, ben şu anda Ankara'da Tekel işçilerinin yanında olmalıydım dedim. Sonra sergi Trabzona taşındı. Orada sergi devam ederken, bırakıp ayağımın tozuyla kalkıp Ankara'ya geldim. 5 gün boyunca, sadece Hükümetin vurdumduymazlığına karşı değil, soğuğa, açlığa, hastalıklara karşı da direnen Tekel işçilerini fotoğrafladım. İstanbul'a koşup, çeşitli internet sitelerinde Tekel işçilerinin 70 kadar fotoğrafını yayınladım. Tekrar açlık grevi devam ederken Ankara'ya döndüm, Tekel işçilerinin direnişi, başta kendileri olmak üzere çok şeyi değiştiren bir eylem olarak sürüyor. Onları fotoğraflamaya devam edeceğim. Bu benim hem görevim hem de toplumsal sorumluluğum.
Bu eylem farklı...
Ben yaklaşık 40 yıldır toplumsal ve siyasi olayları takip ederim. Son 25 yıldır ülkedeki bütün önemli toplumsal olayları fotoğrafladım. Bir Zonguldak maden işçilerinin büyük yürüyüşünü fotoğraflayamadım. Bir etkinlik için Londra'daydım, onun dışında hepsini izledim. Bugüne kadar ben Ankara'da Tekel işçilerinin yüzünde gördüğüm ışığı görmemiştim.
Omuz omuza ve bir dilim ekmeğini, bir bardak suyunu yanındakiyle paylaşan bu insanların çoğunluğu son seçimde AKP'ye oy vermiş, daha sağındakilere, daha tutucularına da oy verenler var. Önemli bir kısmı, kendi halinde ve bugüne kadar politikayla, direnmeyle alakası olmayan insanlar. Sadece işleri ve ekmekleri ellerinden gittiği için bu mücadeleye katılmışlar. Kimse onlara 'gelin' bile dememiş. Bu direnişin haklı olduğunu bilerek, sendikalarının çağrısına sahip çıkmışlar.
İzmir'den Muğla'dan iki kadınla konuştum. Kılık kıyafeti özenli, neredeyse 'sosyetik' diyebileceğim tipler. Sordum, ne siyaset umurlarında ne de arada atılan sloganlardan haberleri var. Ama Tekel çalışanları ve çocuklarını, eşlerini evde bırakıp gelmişler. Günlerdir Ankara soğuğunda, battaniyeye sığınıp betonun üzerinde yatıyorlar. Böyle bir şeye hiç alışık değiller. Haklı bir mücadelenin parçası olmak adeta yüreklerini yıkamış, içlerinin güzelliği yüzlerine vurmuş. Anlatırken gözleri parlıyor.
'Biz burada gördüğümüz insanların çoğunu daha önce hiç görmemiştik. Doğusuyla batısıyla tüm Türkiye'yi burada tanıdık' diyor biri. Bu direniş şu veya bu şekilde sona erdiğinde evlerine çok önemli bir deneyimle dönecekler. Artık kimin yanında, kimin karşısında olmak gerektiğine ilişkin bir fikirleri var.
Hele kadınlar...
Nazım Hikmet'in kadınlarımızın dirayeti üzerine yazdıklarını ebet bilirsiniz. Ben Ankara sokaklarında bir daha gördüm onları. Bu direnişin bu kararlılıkla sürmesinde en büyük pay kadınların. Kadın Tekel işçileri ve eşinin mücadelesini desteklemek için gelmiş kadınlar. Üstelik normal yaşamlarındayanyana gelemeyecek bunca insan burada 40 gündür barış içerisinde, kardeşçe ve kimse birbirinin sembolüne, sloganına farklı düşüncesine tepki göstermeden inanılmaz barışçıl bir eylem yapıyorlarsa bunda da önemli bir payı var kadınların.
İzmir'li olan, 'biz Kürtleri burada tanıdık' dedi. Adıyaman'dan gelen, 'ilk defa Egeli arkadaşlarım oldu burada' dedi. Birarada yaşam burada gerçekleşti. Bayrak da var, halay ve zılgıt da... Burada ana da öğrettiler, ortak mücadele ne kadar önemli, ortak hedef mümkün...
Dayanışmanın iyileştirici gücü...
Yıllarca bu tür olayları izlediğim için bilirim. Böyle farklı yapıda insanları bir yerde günlerce tutmak zordur. Hepsi sağcı olsa da kavga çıkar, hepsi solcu olsa da provokasyon olur. Sinirler gerilir, kolayca büyür tartışmalar. Kiminin derdi kişiseldir, kimileri kendi rengi ve sloganı baskın olsun ister. Burada öyle bir şey yok. İnanır mısınız, burada insanı tek rahatsız eden tek görüntü, arada TV'lerden yansıyan, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın her fırsatta bu insanlara kara çalmaya çalışan öfkeli konuşmaları. Ona bile kötü gözle bakmamaya çalışıyorlar... 'Böyle konuşuyor ama o bile bizi anlayacaktır' diyenler epeyce...
Açlık grevi...
Tekel işçileri çok kararlılar ve çok inançlılar. Buraya yüreklerini ve geleceklerini koymuşlar. Açlık grevine giren işçileri gördüm. Patır patır düşüp bayılıyorlar. Böyle bir şeye hiç alışık değiller. Hayatlarında ilk defa bu deneyim. Havasız ve zor koşullarda üç gün süren açlığın ardından bir anda soğuk havaya çıkınca bir sürü insan bayıldı. Böyle yazması kolay ama bu onlar için çok zor bir mücadele. Yüzlerce insan gönüllü oldu isimlerini yazdırdı açlık grevi ve ölüm orucu için. Şimdi gözleri sendikalarının ve emek örgütlerinin vereceği ortak mücadele kararında.
Bu insanların büyük çoğunluğu toplumsal mücadele bilinciyle donatılmış falan da değil ama buna rağmen en ideal kararlılığa ulaşmış durumdalar. Bunda bir eksiklik yok. Ama alanda eksik olanlar var. Bu emekçilerin sınıf ve artık insan hakları sorunu haline gelmiş bulunan mücadelesinin yanında olması gereken bir çok örgüt, çevre burada yok. Ben hepsini görmek isterdim. Olsun bu da ilerisi için bir başka göstergedir, samimiyet sorgulamasıdır diye düşünüyorum.
Dünya emek gününü, dünya yoksullar gününü kutlamak için, IMF'yi Dünya Bankasını protesto etmek için tantana yapanlar, işte gerçek yoksullar ve gerçek işsizler ve düzen mağdurları burada. Ama siz neredesiniz? Daha önce de bu kadar uzun soluklu bir mücadeleye tanıklık etmişmiştiniz?
Sahibinin sesi medya nerede?
60 vilayetten gelen insanlar var burada. Türkiye'nin dört bir yanından gelenler ilk defa birbirini tanıdı. Dondurucu soğukta açıkta yatmayı göze aldılar. Ceplerinde 10 lira yok. Valisi, polisi, bizzat Hükümetin başı her gün tehdit ediyor. Böyle bir direniş ilk defa oluyor. Türkiye'nin şu gergin ve kutuplaştırılmış ortamında böyle bir kararlı ve barışçı eylem her şeyi yeniden değerlendirmek için fırsat sunuyor. Peki medya nerede? İyi niyetle birşeyler yansıtmaya çalışan üç beş basın mensubunu bir yana koyuyorum. Türkiye'nin hali üstüne her gün ahkam kesen köşe yazarlarının, TV yorumcularının gelip bu insanlarla konuşması gerekmez mi? Masa başlarında uzaktan duyduklarıyla, ajansın geçtiği üç beş fotoğrafla değil gelip gerçek hayatı görüp yazmaları gerekmez mi?
Başbakan'a çağrı...
Son sözüm, bu insanları ve hak arama eylemlerini her fırsatta kötüleyen, günlerdir direnen insanların haklı taleplerine 'kapıları kapatmayı' marifet sayan Başbakan'a. Size adamlarınız ne anlatıyor bilemiyorum. Ne olur gelip burnunuzun dibinde, dondurucu soğukta sokakta yatan şu insanlarla gelip bir konuşun. Siz onları bırakın temsilcileri ile bile konuşmaktan imtina ediyorsunuz.
Bir çadıra uğradım rastgele. Hemen sohbet başladı. İçerdeki 20 kişiden on beşi AKP'ye oy vermiş. Üstelik bunu size güvendikleri için yapmışlar. Şimdi çok pişman olduklarını söylüyorlar. Kendi özelleştirilerini de yapıyorlar. Şöyle dedi onlardan birisi: 'Biz ekmek mücadelesi için buradayız. Derdimiz ne hükümeti yıkmak, ne de iktidarı devirmek. Sadece iki çocuğumu okula göndermeye devam edebilmek, yaşam koşullarımı emeğimle kazandığım özlük haklarımla sürdürmek istiyorum. Çok şey mi istediğim?'
Bu insanlara kulak verin...